Kitabı vasatça özetlersem:
"Kırkbeş yaşında, göbeği giderek büyüyen, evinin taksitlerini ödemekle uğraşan George Bowling, evli ve çocuklu, yeni takma dişlere sahip sigorta pazarlamacısı bir adam. önce birinci dünya savaşını yaşar, sonra da faşizm yıllarını. yemek kuyruklarını, askerleri, gizli polisi ve zorbalığı seyreder. On altı yaşından beri hiç yapmasa da balık tutmayı çok seven George cocukluğunun dünyasına, huzur ve sükun dolu bir yer olarak hatırladığı köyüne sığınmaya karar verir. Ancak...."
Bir sabahı anlatarak başlıyor anlatıcı hikayeye, öteki sabahlar gibi boğucu ve saçma bir sabah. Kitabın ilk bölümündeki market sahnesi, kapitalizmin hayatları nasıl yozlaştırdığına dair enfes bir anlatı.
Sonra savaşın gelişini bekleme:
" Aslında düşünülünce, şu an İngiltere'nin herhalde hiçbir yerinde bir yatak odası penceresinden makineli bir tüfek ateşlenmiyordur.
Ama ya beş yıl sonra? İki yıl sonra? Bir yıl sonra?"
Savaş yıllarında askerdir ve bir şekil yırtar ve hayatta kalır, sıyrılarak yeniden hayat kurar.
Yeni bir savaşın çanları çalmaktadır ve Faşizm gelmiştir. George çocukluğuna özlem duymaktadır. Onaltı yaşından beri hiç yapmasa da balık tutmanın keyfini uzun uzun anlatır:
"Amatör balıkçılıktaki balık adları bile bir sükuneti çağrıştırıyor. Kızılkanat, akbalık, incibalığı, bıyıkbalığı,tilapia, kayabalığı,turna,kefal,sazan,kadifebalığı. Tok isimler. Bu isimleri koyan insanlar makineli tüfek sesi duymamışlar, işten kovulmanın korkusuyla yaşamamış, aspirin yiyerek vakit geçirmemişler, sinemaya gitmemiş ve toplama kamplarından nasıl uzak dururuz diye düşünmemişler."
Sonrası George'un hayatı ve içinde kalabilen özlemler, böyle şeyler işte.
Tüm roman George'un zihninden aktarılır ve George aslında sevimli bir karakter falan değildir. Roman savaşı, faşizmi kurgusuna oturtsa da aslında insana dair olanı da işler.
Beni çok etkiledi bu kitap. İçinde bulduğum faşizan hayatın neler getirebileceğinin farkında mıyım? Suriye'ye turist olarak gidip oradaki muhteşem güzellikleri ve sakin hayatı anlatan arkadaşlarım gibi ben de inanmak istemiyorum Ora'da olanlara ve burada olacak olanlara. Ama gerçek acı ve artık kapımızı çalıyor. "Faşizme karşı omuz omuza" artık içi boş bir slogan olmamalı.
yazarın ilginç hayat öyküsünü alıntılıyorum (elbet bu öyküyü bilip yazara burun kıvırmıyorum) :
GEORGE ORWELL, 1903’te Hindistan’ın Bengal eyaletinin Montihari kentinde doğdu. Ailesiyle birlikte İngiltere’ye döndükten sonra, öğrenimini Eton College’de tamamladı. Gerçek adı Eric Arthur olan Orwell, 1922-1927 yılları arasında Hindistan İmparatorluk Polisi olarak görev yaptı. Ancak imparatorluk yönetiminin içyüzünü görünce istifa etti. 1950’de yayımladığı Shooting an Elephant (Bir Fili Vurmak) adlı kitabı, sömürge memurlarının davranışlarını eleştiren makalelerin derlemesidir. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yazdığı Hayvan Çiftliği, Stalin rejimine karşı sert bir taşlamadır. Orwell’in en çok tanınan yapıtlarından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, bilimkurgu türünün klasik örneklerinden biri olmanın yanı sıra, modern dünyayı protesto eden bir romandır. Burma Günleri ise, Orwell’in Burma’daki (bugünkü Myanmar) İngiliz sömürgeciliğini dile getirdiği ilk kitabıdır. Orwell 1950’de Londra’da öldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder