3 Aralık 2015 Perşembe

Boğulmamak için- George Orwel

Mahalle arası bir kırtasiyede 0,5 kalem ucu alırken, 1984 ve Hayvan Çiftliği eserleriyle tanıdığım yazar George Orwel'in Boğulmamak İçin isimli eserine rastladım.  Can yayın evinden Suat Ertüzün çevirisiyle yenice çıkmış. Arka kapaktaki tanıtım yazısını okuduğumda, boğulmakta olduğum şu sığ ve dar zamanlar için bir çare olacağını hissedip hemen edindim. 


Kitabı vasatça özetlersem:


"Kırkbeş yaşında, göbeği giderek büyüyen, evinin taksitlerini ödemekle uğraşan George Bowling, evli ve çocuklu, yeni takma dişlere sahip sigorta pazarlamacısı  bir adam. önce birinci dünya savaşını yaşar, sonra da faşizm yıllarını. yemek kuyruklarını, askerleri, gizli polisi ve zorbalığı seyreder. On altı yaşından beri hiç yapmasa da balık tutmayı çok seven  George cocukluğunun dünyasına, huzur ve sükun dolu bir yer olarak hatırladığı köyüne sığınmaya karar verir. Ancak...."



Bir sabahı anlatarak başlıyor anlatıcı hikayeye, öteki sabahlar gibi boğucu ve saçma bir sabah. Kitabın ilk bölümündeki  market sahnesi, kapitalizmin hayatları nasıl  yozlaştırdığına dair enfes bir anlatı.


Sonra savaşın gelişini bekleme:

" Aslında düşünülünce, şu an İngiltere'nin herhalde hiçbir yerinde bir yatak odası penceresinden makineli bir tüfek ateşlenmiyordur.
Ama ya beş yıl sonra? İki yıl sonra? Bir yıl sonra?"


Savaş yıllarında askerdir ve bir şekil yırtar ve hayatta kalır, sıyrılarak yeniden hayat kurar.


Yeni bir savaşın çanları çalmaktadır ve Faşizm gelmiştir. George çocukluğuna özlem duymaktadır. Onaltı yaşından beri hiç yapmasa da balık tutmanın keyfini uzun uzun anlatır:



"Amatör balıkçılıktaki balık adları bile bir sükuneti çağrıştırıyor. Kızılkanat, akbalık, incibalığı, bıyıkbalığı,tilapia, kayabalığı,turna,kefal,sazan,kadifebalığı. Tok isimler. Bu isimleri koyan insanlar makineli tüfek sesi duymamışlar, işten kovulmanın korkusuyla yaşamamış, aspirin yiyerek vakit geçirmemişler, sinemaya gitmemiş ve toplama kamplarından nasıl uzak dururuz diye düşünmemişler." 

Sonrası George'un hayatı ve içinde kalabilen özlemler, böyle şeyler işte. 


Tüm roman George'un zihninden aktarılır ve George aslında sevimli bir karakter falan değildir. Roman savaşı, faşizmi kurgusuna oturtsa da aslında insana dair olanı da işler.


Beni çok etkiledi bu kitap. İçinde bulduğum faşizan hayatın neler getirebileceğinin farkında mıyım?  Suriye'ye turist olarak gidip oradaki muhteşem güzellikleri ve sakin hayatı anlatan arkadaşlarım gibi ben de inanmak istemiyorum Ora'da olanlara ve burada olacak olanlara. Ama gerçek acı ve artık  kapımızı çalıyor. "Faşizme karşı omuz omuza"  artık içi boş bir slogan olmamalı.



yazarın ilginç hayat öyküsünü alıntılıyorum (elbet bu öyküyü  bilip yazara burun kıvırmıyorum)  :


GEORGE ORWELL, 1903’te Hindistan’ın Bengal eyaletinin Mon­tihari ken­tinde doğdu. Ailesiyle bir­lik­te İn­gil­te­re’ye dön­dük­ten sonra, öğ­re­ni­mi­ni Eton College’de ta­mam­ladı. Ger­çek adı Eric Art­hur olan Or­well, 1922-1927 yılları arasında Hin­dis­tan İmpa­ra­tor­luk Po­li­si ola­rak gö­rev yaptı. An­cak im­pa­ra­tor­luk yöne­ti­mi­nin içyüzünü gö­rün­ce is­ti­fa et­ti. 1950’de yayımla­dı­ğı Shooting an Elephant (Bir Fili Vurmak) adlı ki­tabı, sömürge me­mur­larının dav­ranışlarını eleş­ti­ren ma­ka­le­lerin der­le­me­si­dir. İkinci Dünya Sava­şı’nın son­la­rı­na doğ­ru yazdığı Hayvan Çiftliği, Sta­lin re­ji­mi­ne karşı sert bir taş­la­madır. Or­well’in en çok tanınan yapıtlarından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, bi­lim­kur­gu türünün kla­sik örnek­le­rin­den bi­ri ol­manın yanı sı­ra, mo­dern dün­ya­yı pro­tes­to eden bir ro­man­dır. Burma Günleri ise, Orwell’in Bur­ma’da­ki (bugünkü Myanmar) İn­gi­liz sö­mür­ge­ci­li­ği­ni di­le getirdiği ilk ki­tabıdır. Orwell 1950’de Lond­ra’da öldü.