7 Temmuz 2014 Pazartesi

12 kızgın adam

1957 yılında çekilmiş bu film önyargıları, hukuğu, toplumsal eşitsizliği, bireysel tutumları, vicdanı sorgulatıyor. Film elbet siyah beyaz. İlk sahnadeki etkileyici bir açıdan verilen mahkeme binası , son sahnedeki mahkemeden çıkış sahnesi ve bir tuvalette el yıkama sahnesi dışında , filmin tamamı bir odada geçiyor.

Filmin kısa özetini yapayım:

Film bir cinayet davasında, yargıcın jüriye seslenişiyle başlar. Amerikan yaslarına göre jüri, şüphelinin suçlu ya da  suçsuz olduğuna dair kararı oybirliği ile almalıdır. Üyelerinin farklı kararı olması durumunda, jüri kendini fesedecek ve dava yeniden görülecektir. Dava,  şehrin yoksul ve dışlanmışların yaşadığı bölgesinde işlenen cinayete ilişkindir. Cinayeti işleyen kişinin öldürülen adamın öz oğlu idda edilmektedir. Jüri, bu  çocuk zanlının babasını öldürüp öldürmediğine karar verecektir. Jürinin vereceği kararda çocuk suçlu bulunursa  cezası elektrikli sandalye ile idam olacaktır.  Jüri üyeleri  davayı jüri odasında tartışır. Bir Jüri üyesi dışında tüm üyeler cinayeti çocuğun işlediğine emin olduklarını beyan eder. Henry Fonda’nın canlandırdığı sekiz numaralı jüri üyesi (Fimin sonuna kadar hiç kimsenin ismi telafuz edilmez.) “Elimi kaldırıp bir çocuğu ölüme gönderemem.” diyerek diğer jüri üyelerine  karşı çıkar. Mahkemedeki tanıklıkların  muhasebesi yapılır. Derin, gergin  bir tartışma yürür jüri üyeleri arasında. 

Sistem, toplumsal önyargılar, ölüm cezası, yargılama ve savunma süreçleri hakkında izleyici de Jüri üyeleri ile düşünmeye zorlanır. 

Film izleyiciyi bir an bile boş bırakmıyor. Merakla, hafif gergin,  birsürü derin meseleyi farklı bakışaçılarıyla düşünerek filmi izler seyirci. 

İzlediğim farklı, her yönden beni oldukça doyuran bir filmdi "12 kızgın adam". Yönetmen Sidney Lumet’in ilk yönetmenlik denemesiymiş. 

Amerikan hukuk sistemi bizimkinden oldukça farklı olsa da filmdeki hukuk felsefesi evrensel diyebilirim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder