29 Haziran 2014 Pazar

THE GRAND BUDAPEST HOTEL

Film, bi genç kadının, bi yazarın mezardaki anıtını ziyareti  ve yazarın  Zubrowska Cumhuriyetindeki Büyük Budapeşte Oteli'ne yaptığı ziyareti anlatan kitabını okulamaya başlamasıyla başlar. 
Genç kadının okuduğu kitap, yazarın bir zamanlar göz kamaştıran Büyük Budapeşte oteline ziyareti sırasında öğrendiklerini anlatır. Anlatıcı, otelin o günkü sahibi Sıfır Mustafa'dır ve takvim 68 yılındadır. Anlatılan hikaye 32 yılında otelin şatafatlı günlerinin sonlarına yakın dönemde başlar. Bu dönemde Mustafa otelde belboy görevlisi olarak çalışmaktadır. Zubrowka savaşın eşiğindedir ve otelin ünlü çalışanı Gustave'ın gündemi farklıdır. Otelin zengin misafirlerinin ihtiyaçlarıyla ilgilenen Gustave, aynı zamanda yaşlı ve sarışın zengin müşterilerle de birlikte olmaktadır. Bu kadınlardan bir tanesi otelden ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra evinde esrarengiz şekilde ölü bulunur ve olaylar hızlı bir şekilde gelişmeye başlar.
Film kurgusuyla, gizemiyle, akıcılığıyla,  polisiyesiyle, müzikleriyle, kibarlığıyla, oyuncu kadrosuyla müthiş bir tat bırakıyor izleyiciye. İzlemesi çok  keyifli bir film. Ayrıca film Stefan Zweig’ın romanlarından ve notlarından esinlenilerek uyarlananmış. Bana kalırsa çok iyi de bir savaş karşıtı film. Filmde kibar Avrupa'nın tarihine kibarca  göndermeler de var.

27 Haziran 2014 Cuma

Gece Ağacı-Truman Capote

Amerikan Edebiyatını takip etmek isteyip bir kısım yazarı okumaya gayret ettim. Lakin çok derinlere inemedim. Capote bendeki Amerikan edebiyatı önyargılarını kırılmasına sebep oldu.
Bay Kötülük adlı ilk öykü, düşlerini para karşılığı satan bir genç kadının, düşlerini satarak tüketmiş bir düşkünle tanıştıktan sonra  düşlerini Bay Kötülükten geri istemesini anlatır. Düşler geri alınabilir mi?
Kitaptaki diğer (Para dolu damacana, Benim anşatışım, Miram, Gece agacı) öykülerin  herbiri okuması keyifli, şaşırtıcı, alışılmışın dışında öyküler. Kullanılan dili de pek sevdim. Çevirmenin de emeğine sağlık.

Tesadüf eseri hayatımın kesiştiği bir dost ( hangi ilişki tesadüfen değil?) bana Capote'nin Bay Kötülük adlı öyküsünden bahsetti. Sonra da kütüphanesinde özenle yıllardır sakladığı  Capote'nin Gece Ağacı isimli  kitabını hediye etti. Kitap oldukça eski basım, mis gibi kokuyor. Kitabın içine girince, bilinçaltının ete kemiğe büründüğü bir rüyanın içerisine düştüm sanki. Keyif ve merakla rüyadan rüyaya dolanırken uyanmak ve Capote'nin dünyasından çıkmak istemedim.



12 Haziran 2014 Perşembe

Kral - John Berger

John Berger 'i, konuşmalarının derlendiği "Görme Biçimleri" isimli kitap ile tanımıştım. Daha sonra DüğüneBento'nun Eskiz Defteri / Kıymetini Bil Herşeyin / G. / A'dan X'e gibi kitaplarını büyük bir iştahla okumuş ve okuduktan sonra başka bir yaşamı soluyan bir insan haline dönüşmüştüm. 


John Berger hayata, olgulara başka bir gözle bakmamı sağladı hep. Ondan öğrendiklerim bana tatlı-dingin bir duygu verdi. Anlattığı hikayeler acılar da içerse, içinde umut saklıdır, minnacık sımsıcak bir kuş gibi. Hikaye bittiğinde, saklı kuş canlanır ve gökyüzünde kanat çırpar. 

Mütevazi ve yalın diliyle Kral adlı "bir sokak hikayesi"nde de Berger, bana farklı bir yaşamın kapılarını açtı. 


Yoksulların, evsizlerin  yaşadığı derbeder bir bölgedir romanın mekanı. Buraya ilk yerleşen Jack, dünyanın manasını çoktan düşlemiş ve düşlemekte olan Vico, Vica ve Kral. 

Kral, düşünen, konuşan bir köpektir. Kralın dilinden "düşkün"-lerin hayatında keyifle geziniriz.  Yoksulları hor görenlerin yoksulluğu temizlemek için faydasız ve gaddar çabalarına tanıklık ederiz. Modern toplumun iki yüzünü yansıtır yazar. belki?

Berger okumak gerçekten farklı. Beni değiştirip dinginleştiriyor. Şimdilerde ara ara  Görme Duyusu nu okuyorum. Herkese Berger'i okumayı tavsiye ederim. Başka bakışaçısı iyidir.




Şeyler-Georges Perec

Kitabı okuduğumda otuzlu yaşlarıma yaklaşırkenki ruh halim, düşlerim, düşmelerim, ayağa kalkmalarım geldi aklıma. Yazar Jerôme ve Sylvie ile eski beni ve etrafımdakileri anlatıyordu sanki. 


Hayatının baharında iki insan Jerôme ve Sylvie. Sistemin çarkından çıkmaya çalışırlar. Özgürlüklerine düşkünler ve mutluluğu aramaktalar; konforlu-öğretilmiş  mutluluğu. Eğitimlerini yarıda keser ve anketörlük işine başlarlar. Etraflarında dolanan şeylere sahip olmaya çalışırşar. Eşyalarla mutlu olacaklarını düşünürler belki? Böylece sistemin dümenini çevirip dururlar.

Kitap 60'lı yılların avrupasında geçen bir hikaye. Ama, sanki bugünün Türkiye'sinde sıradan bir hayatı anlatıyor; boş havanda dövülen, umut dolu hayatları...

Mutluluk nerde? Sahip olamayacağımız şeylerde mi?