Muhammet, kömür gözeleri uzaklara bakan, kiraz dudaklarını
ısıran, tüyü bitmemiş bir mübarek oğlan. Rahmetli babası inşaatta sıva
yaparken gözü kararıp boşluğa düştüğünde, altı yaşındaydı Muhammet. Anacığı
biricik yetimini eksik bırakmamak için çok çırpındı ancak tuhaf bir hastalık
geldi de O'nu buldu; sağ yanı ve yüreği titredi durdu.
Şehrin
yorgun yollarında, fukara mahalleliyle şafak
sökülür. Muhammet on bir yaşında, arabasıyla düştü o yollara. Teneke, plastik,
şişe, kutu, gazete, işe yarar ne varsa topladı Muhammet. İlkin, eldivenlere
rağmen acıdı elleri, körpe bedeni sızım sızım sızladı. Pes etmedi Muhammet;
yürüdü-yürüdü, aradı-buldu. Zamanla acıyan elleri nasır bağladı,
bedeni de nasırları gibi katılaştı.
Muhammet'i
işbaşında görenlerin kimi "bakamıyorsan niye doğurursun bu çocuğu"
diyerek söylendi. Kimi üst-baş, kimi de evde biriktirdiği geri-dönüşümleri verdi.
Günler sırayla geldi-geçti: Cumartesi-pazar kalabalık ve bereketliydi. Diğer
günler, çocuklar okula giderdi. Cuma en güzel gündü; kokusu, gürültüsü, karmaşası keyif veren pazar
kurulurdu.
Muhammet
büyüdü mü? Bulduğu oyuncağı değil, kaygan kağıttan renkli dergiyi kendisi için ayırdı.
Şehre karanlık çöktüğünde anacığının titrek ellerle kaynattığı çorbayı içip,
devşirdiği bu dergiye baktı. Okumaya koyuldu da, bir paragrafı bitiremeden
gözleri kapandı. Anacığı üzerine yorgan örttü.
Ertesi
gün hava çok soğuktu. Muhammet’in burnuna pazarın kokusu çalındı. Daha dün, cuma
değil miydi? Günlerin hızına şaşırarak ilerledi.
Pazarın girişine konulan yeni çöp konteynerini gördü, yanaştı. Ayıklarken çöpleri,
gözü takıldı kaldı: Muzlara; pazarın ilk tezgahındaki.
Pazar arabasına oturttuydu babası. Tezgah hizasından seyre daldıydı pazarı. Bir kadının torbasından elmalar yere saçıldıydı. O, yerdeki elmalara bakarken, babası bir muz aldıydı. Hayal meyaldi; babasının gülümsemesi, derin yarıklı ellerin kabukları yavaşça soyuşu, muzu uzatışı, başını okşayışı, "büyüsün, aferim oğluma" derkenki sesi. Çok sevdiydi o gün muzu, bir daha yedi miydi?
Tezgahta
duran muzlar mıydı canının çektiği? Bilemedi. Cebinde para
yoktu. Çıkınında ekmeği vardı da karnı aç değildi. Yeni konteynerden çok pet şişe çıktı. Bitirdi işini. İlerlemeye
başladı. Tezgahın yanından geçerken durdu. Abiler-ablalar ellerinde bir tomar
gazeteyle yolda yürüyordu. Gazetelere baka kaldı. Gazeteler, abiler-ablalarla pazara
girdi. Muhammet'in gözü gene tezgaha kaydı. Arabasını yüklendi, adım atacaktı ama ayağına bir kasa muz
takıldı. Eğildi, kasayı tezgaha doğru itti. Muzlardan biri öbekten kopmuş, tek
başına, en üstte duruyordu. Babasının soyduğu muz mu sanmıştı? Elini muza
uzattı. Pazardan bir ses yankılandı: "Hırsız Var! Halktan çalıyorlar! Yazıyor!
Hırsız var!"
Anacığının
elleri oluverdi sanki Muhammet’in elleri. Muz yere düştü. Doğruldu, arabasını yüklendi, koşarak ilerledi. Titreyen bacaklarıyla daha
öteye gidemedi, köşe başında durdu. Kaldırıma oturdu, başını eğdi, gözyaşılarını
yere akıttı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder