22 Eylül 2013 Pazar

İnsanlık Anıtından Sonra

Bienal ziyaretim, kamuyu, öteki-leri, şehri, sistemi, bir araç olarak sanatı ,… yeniden düşünmeme sebep oldu. Eserlerden bir tanesi “ İnsanlık Anıtı: Yardım Eden Eller ” ismini taşıyordu. İki dudağın arasından çıkan bir söz ile yıkılan, Kars’ taki  “ucube” eser, Bienal'de yeniden üretilmiş ve düşünmeye, hissetmeye, anlamaya birkere daha vesile olmuş.
İnsanlık anıtının yıkımı bende derin bir öfke yaratmıştı. Bienal ile  anıtın  karşıma çıkması, anıtın yeniden üretilmiş ve üretilecek olması tatlı bir duygu.
Ben de çapım kadar İnsanlık anıtını yeniden üretmeye çalışmıştım. Derinlik ve estetikten yoksun olduğumun farkındayım elbet. Ama elimden gelen bununla sınırlı. Umuyorum; sınırlarımı ve çapımı genişletebilirim.



Yol-mak
“İnsanlık  anıtının başı hava şartlarına rağmen kesildi”  haberi gazetelerin ilk sayfalarını doldurdu. Gökten insanlığın  gözyaşıları indi, o gözyaşıları sonra buhar oldu.

Şerife’nin  gözünden de inidi o gün gözyaşları, anıttan uzak bir şehirde, yaşamaya çabaladığı dört duvar atölyede. Şerife sildi gözyaşlarını, yüzünü duvardaki aynaya döndü. Çok zaman olmuş sanki aynaya bakmayalı, görüntüsüne ürperdi. Uzunca baktı kendine, bakışları derinleşti. Aynada kaybolayazarken, ayaklarına sürünen kedisi Pırtav’a irkildi. Şerife’nin yüzünü derin, şefkatli  bir tebessüm bürüdü. “Bahar geldi, unuttun beni Pırtav. Bu sabah gözlerim yollarda kaldı.” diyerek, Pırtav’ın mama kasesini doldurdu. Pırtav  mamayı yedi, uzun uzun baktı. Şerife’ye. Sonra mutfağın korkuluklu penceresinden, geldiği yoldan, gitti.

Parlak bahar güneşi,  Moda’nın ara sokaklarında  geziniyor.  Şerife atölyeye çevirdiği  evin bahçeye bakan salonunda, güneşle canlanan, rüzgarla salınan bitkileri izliyor.  Güneş  usuldan  odanın içine giriyor. Ortada duran, kocaman, eski,  ceviz çalışma masasında dolanıyor ilkin. Köşede üzeri çarşafla örtülü  şövaleyi , raflara dizilimiş kitapları, fotoğrafları, bibloları, ufak heykelleri, özenle hazırlanmış rengarenk figürlerin olduğu seramik kapkacakları yokluyor.  Kenardaki kanepeye ilişmeden  güneş atölyeyi terk ediyor. Ortalığın kararmasıyla  Şerife  ışığı yaktı. Daha önce hazırladığı kalıbı masaya koydu. Gene, görmek dahi istemediği eseri için kalıba dökeceği malzemeyi yeniden hazırlıyor, bir yandan da söyleniyor: “ Yıllardır aynı büst, siparişi al- yap!  Sanatım...”  Nefesinin sesi kesik kesik Şerife’nin.  Kendi kendine söylenmeye devam ediyor, elleri giderek hızlanıyor, bir an önce siparişi bitirmek istiyor.  Gözünün önüne gelen saçlarını koluyla geri atıyor.  Aniden tok bir ses duyuldu. Kalıp masadan düştü, Şerife artık sövüyor. İşi gücü bırakıp, köşedeki  kanepeye oturdu. Bir sigara yaktı, kanepeye uzandı. Sigaradan yayılan dumanı seyre dalmışken tavanda bir başına çırılçıplak duran ampulün ışığı zayıfladı, sonra ışık yok oldu.  El yordamıyla yaktığı mumu masaya koydu Şerife,  masada put gibi oturuyor.  Pürüzlü, kalınca, saman renginde sayfaları olan defterini açtı, sayfayı karalamaya başladı.  Sayfayı dolduran çizgiler, aylar sonra bitirebileceği  “yol-mak” isimli tablosunda çırpınan bir kadıncık oldu. Kadının gözlerinin altında halkalar, çelimsiz bacaklarıyla yürümeye çabalıyor. Bitkin, umutsuz, elinde bohçası. Bohçasını yüreğine yaklaştırıyor, ürkek, yaşlı gözlerle  Şerife’yi süzüyor.  Kitaplar yazarmış  kocası.  Çok sevmişler birbirlerini.  Aşkla doldurdukları yaşamlarını karabasanlar sarmış.  Bir gün kocasından haber alamamış. Haberi gelmeyen çok insan varmış. Gelen haberler karadelik olmuş, kaçanlar yollara düşmüş.

Şafak söktü. Söküğün yerini derin bir boşluk doldurdu. Hiç bunca yorgun bir sabaha tanık olmamıştı Şerife. Çorak ve ıssız yollarda boy boy titrek silüetler sayfalarca yürüyor. 

Kadının bakışları boşlukta uzadı. Bohçasını saldı. Titrek bacakları salındı, dizleri kırıldı, ayakları yerden kesildi.  Avuçlarından önce silik yüzü gördü; sert, kuru, kokusu bile olmayan toprağı.  Nasırlı, kirli elleriyle doğrulmaya çalışıyor. Ellerine güç verdikçe, kemikleri ve damarları nasırlı deriyi parçalayacak gibi oluyor. Doğrulamıyor kadıncık. Gözlerinin feri gittikçe azalıyor.

Şerife’nin güngörmüş elleri yüzünü örtüyor: “Dayan, dayanmalısın...” diyor,  ama olmuyor. Kadının  tükenmiş bedeni doğrulamıyor. Yürüyüş devam ediyor.

Şerife’nin buz kesmiş ayaklarına Pırtav  süründü. Şerife sarıldığı kedisine yaşlı gözlerle  yitirdiğinin adını fısıldadı : “ Nadin’di onun adı….”  

Yukarıdaki Yol-mak adlı kurguyu 2010 un sonlarında  yazmış olmalıyım. Fethiye Çetinin'in Annanem adlı kitabını yeni okumuş ve gözyaşlarımı dindirememiştim. Gittiğim kurs için  bir ödev yapmam gerekiyordu. Ödevden bu çıktı. Kimse ne anlattığımı anlamadı ama neyse...  Aşağıda  anıtı resmetmeye çalıştım:




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder